Simülasyon teorileri üzerine yaptığım araştırmalar neticesinde bende
kendi kafamda o anda farklı bir simülasyon teorisi düşünmüştüm. Tabii bu düşünceler boş bir beyne vahiy ile gelen yeni anlayışlar değil. Araştırmalarım, inanışım, bu yaşa kadar çevremde gördüklerim ve bu güne kadar biriktirdiklerimin bir sentezi.
Yazmak için aklıma gelen fikir ve düşünceleri nerede olursam olayım blogger siteme girip daha sonra hatırlamak üzere başlık olarak yazarım. Bu konu ile ilgili başlığı yazalı da belki 5-6 ay olmuştur. O anda beni heyecanlandıran çok güzel bir düşünce yapısı gelmişti aklıma. Ancak şimdi klavyeye geçip yazayım artık dediğimde direk hatırlayamadım, ancak yazdıkça bir kıvılcım gelmeye başladı.
Yazmanında bu yönünü seviyorum aslında, düşünmeyi yazma hızına indirgeyerek sindirimini kolaylaştırıyor ve çevresel değerlendirmeleri de bazen işin içine dahil edebiliyor.
Öncelikle şu simülasyon teorisi dedikleri şey ne imiş ondan kısaca bahsetmek istiyorum. Birden fazla simülasyon teorisi var ve popüler kültürden en bilineni Matrix filmi. Matrix filminde işlenen simülasyon teorisinin gerçeklik ihtimali olsa da diğer olasılık teorilerine göre daha düşük ihtimal olarak addediliyor.
İnsanoğlunun gelecekte çok ileri teknolojiye sahip olduğu ve bizi bir simülasyon içerisinde bir yazılım olarak var ettiği başka bir teori. Ya da çok gelişmiş bir uzaylı ırk deneysel olarak bizim evrenimizi simüle etmiş olabilir. Ya da çok daha gelişmiş bir ırkın oluşturduğu sanal evrendekiler bizim sanal evrenimizi yaratmış olabilir, yani evren içre evrenler misali.
Bir diğer teoride kavanozdaki beyinler teoremi. Aslında yine başka bir fiziksel alemde insanın sadece bir beyinden ibaret olduğu ve istediği sanal alem de yaşayabildiği teorem. Bu Matrix'in robotsuz hali gibi.
Bana simülasyon içinde simülasyon misali sanal evrenler diğerlerinden daha mantıklı geliyor. Çünkü biz bile şuncacık teknolojimizle her şeyi sanallaştırmaya çalışıyoruz. Sims diye oyunlar silsileleri geliştirildi bile. Düşünsenize bundan 1000 yıl sonrasını, kim bilir ne sanal alemler yaratılır.
Sanal alemde yaratılan bireylerin yaratıcısını etkileyebilecek sanat eserleri yapabilmesinin hazzını durun ve 2 dk düşünün.
Gerçekten düşünün, sonra yazıya devam edin :)
Böyle bir haz için bu tarz sanal ortamların inşa edilmesi bana hiç abes gelmiyor. Ayrıca bunu sadece sanal bir dünya olarak değerlendirmeyin, sanal bir evren ve birden fazla ırk bir evrende yaşıyor olabilir. Yani Starwars, Startrek, Marvel gibi evrenleri evde kendi istediğiniz gibi oluşturup izleyip, canınız sıkıldığında da müdahale edebildiğinizi. Oradaki bir karakterin beynine girip o evrende istediğiniz gibi rol almayı, bireylerin o evrenin sırrını çözmeye çalışmalarını gözlemlemeyi. Tanrısal seviyede EGO'nun cazip geldiği insanoğlu için olası en iyi eğlence olurdu sanırım. Yani gelecekte bunu yapma ihtimalimiz çok yüksek olduğu için; bizi de birilerinin aynı mantıkla var etmiş olması mantıksız mı?
Anlayan anladı :) |
Tabii böyle sanal evrenler oluşturabilen bir toplum şu anki ego seviyesinde kalırsa helak olur. Kimse evinden çıkmaz, yemez, içmez deli gibi o evrenler ile uğraşır ve ölür gider :) Ayrıca psikopatlar orada "hisleri, duyguları, kişilikleri, bireyleri" olan insanları oyunmuşçasına katledip acı çekmesini isteyebilir. Toplu katliamlar yapıp zevk alabilir. Fakat o seviyede; yani bizim insanlık seviyemizde kendini hisseden simülasyon evrendeki insanların üzerindeki etkilerini bir düşünsenize.
Bu güne kadar düşünüle gelmiş ve üzerine bir çok felsefe konuşulmuş simülasyon teorilerine burada bir son veriyor ve şu anda kendi oluşturacağım simülasyon teorisi ile sizleri baş başa bırakıyorum.
İşte Buradan Başlıyoruz Yeni Bir Simülasyon Teorisi
Bir keresinde hiç unutmuyorum rüyamda silah ile vurulmuştum ve bu vurulma beni rüyamdan uyandırmıştı, uyandığımda ise kendimi yatakta ama kurşunun sarsıntısını hissederken ve yatakta yattığım yerde yukarı aşağıya zıplarken bulmuştum. Neyse ki gerçekte vurulmamıştım. Buna benzer unutamadığım daha bir çok anım var, mutlaka sizlerin de vardır.
Buradan ise gelmek istediğim nokta şu; rüyalarda gözlerimiz açık değil, hislerimiz neredeyse yok denecek kadar azalıyor ancak buna rağmen biz sanki gözümüz açıkmış gibi aydınlık, bütün doku hislerimiz aktif çalışıyormuş gibi hissediyoruz. Söylemek istediğim aslında görmek, duymak, dokunmak bütün duyu ve hislerimizin oluşabilmesinin sebebi beynin bunları yorumlayabilmesi.
Beynimizin içinde bir ışık kaynağımı var ki ben dışarıyı komple aydınlık görebiliyorum? Tabii ki yok. Göz gelen ışık dalgalarını frekansa çevirerek beyne gönderiyor, beyinde bu gelen sinyalleri kendi veri tabanına göre yorumlayıp hissettiriyor ya da gösteriyor. Benim teorimde işte tam bu noktada başlıyor.
Teklik Simülasyon Teorisi
Yani aslında dışımızda yaratılmış ya da oluşturulmuş sanal bir evren, alem hiç bir şey yok. Hepsi gerçek zamanlı olarak beynimiz tarafından var ediliyor. Oyunlarda da öyledir ya, aslında bakmadığınız yer orada yoktur, siz baktığınız zaman bilgisayar o yeri eldeki kod bilgisi ile size göre o anda oluşturur. Baktığınız açıya göre göreceğiniz şey değişkendir.
Bu teoride sadece tek bir varlık var, oda ben olarak addettiğim tek beyin. Aslında bu yazıyı yazan, sizler, bunları size ulaştıran teknoloji, bütün büyük sanatkarlar, arabalar, evler, yalılar, villalar, evren, yıldızlar, Ay, Mars, Sirius aklınıza ne gelirse hepsini benim düşüncem de varlar. Bütün bu senaryo ve bütün bu varlığın ayrıntılarını aslında benim beynim bana özel oluşturuyor.
Ve aslında acı olan; bütün bu çokluğun içerisinde "ben" tek başımayım.
Peki bütün bu varlığı "ben" ya da benim beynim var ediyorsa neden en zengin, en erdemli, en bilgin, en sanatkar ve her şeyin eni ben değilim? Aslında bu teorinin özünü anladığım, gerçekliğini kabul ettiğim ve koda müdahale ettiğim anda ben istediğim gibi her şeyin her şeyi olabilirim. Peki her an her şeye istediği kadar kadir olmak mı, yoksa bu var olan bütün sonsuzluğu izleyip; var ettiğinin inceliklerini, acılarını, zevklerini, zenginliklerini, fakirliklerini, oluşturduğu sanatı, filmleri, teknolojiyi seyredip hayalime şaşırmak mı?
Yoksa hayret mi demeliydim? Yani demem o ki hayret halinde olmak sahip olmak duygusundan çok daha ağır basardı.
"Ben" bunu fark etse ve koda müdahale edebilecek duruma gelse de kendini durdururdu. Tekrar bunları unuttuğu noktaya kendini geri döndürüp ve bu bildiklerini unuttururdu. Acaba yine o noktaya mı yaklaştı?
Ben ne yazıyordum ya, kim yazmış bu yukarıdaki satırları, saçma sapan şeyler, işi gücü yok mu ne manyak adamlar var ya. Bırakın kardeşim bu işleri, ekmek aslanın azında sizin uğraştınız işlere bakın. Töbe....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder