Sayfa Reklamları



Türkiye ve dünya çok zor dönemlerden geçiyor ve bu geçişin kısa dönem içerisinde iyileşeceği ile ilgili hiçbir belirti yok. Maalesef hem dünya hem de Türkiye için kısa vadede her şey daha kötüye gidecek. Bulunduğumuz coğrafyanın konumu sebebi ile Türkiye’nin bu zor dönemlerde etliye sütlüye dokunmadan kendi yağında kavrulması ne kadar mümkün? Eğer böyle bir şey mümkün ise bizim Suriye’de ne işimiz var?

Yeni tip korona virüsü bütün dünyayı etkisi altına aldı ve kimse ne olacağını nereye kadar gideceğini ve net sonuçlarını tahmin edemiyor. Öngörüler ve komplo teorileri var tabii, bazıları biyolojik silah olduğunu söylerken bazıları da standart bir virüsten çok da farkı olmadığını ve bahar aylarında unutacağımızı söylüyor. Yani, dünyanın büyük gündemi korona, sonrasında ise bizim bir parçası olduğumuz Suriye iç karışıklıkları. Tabii Türkiye’de ve bütün dünyada korona virüsünün yaygınlaşması bekleniyor. Bize hiç uğramayacak demek çok mümkün değil.

Para piyasaları ve büyük güçlerin içinde bulunduğu zor durumlarda unutulmamalı. Petrol fiyatlarının düşmesi ve ya düşürülmesi Rusya’yı çok zor durumda bıraktı ve etkisi şiddetle artmaya devam edecek. Çin ise malum korona ile en şiddetli uğraşan kaynak ülke. ABD de ise bu denli büyük bir etki görünmese de ve bir şekilde idare ediyor izlenimi verse de onlarında başlarında finansal ciddi belalar var, sadece üzeri örtülüyor. Önümüzdeki çok kısa dönemde ABD de çok büyük etkileri olan olaylar ile karşılaşılacağını ön görüyorum. Avrupa ise hem mülteci ve buna bağlı milliyetçi hareketler ile çeşitli büyük sıkıntıları yakın zamanda yaşayacak. Ayrıca bunların hepsinin üzerine korona da katsayı çarpanı olarak gelecek.

Eşyanın tabiatı gereği böyle durumlarda sert aksiyonlar alınır. Can havli ile yapmış denir ya, tam o noktaya doğru bayır aşağıya gidiyoruz. Bardak dolmaya devam ediyor, olaylar yavaş yavaş şiddetleniyor. Öyle bir noktaya gelinecek ki bardak taşacak ve çok büyük belalar ile karşı karşıya kalınacak. Bütün dünyanın tek yürek olup bu sıkıntıları atlatacağına inanıyorsanız maalesef yanılıyorsunuz. Basit hesaplar ve para birliğin gerçekleşmesine müsaade etmeyecek maalesef. Ayrıca Nobel ödüllü bazı “uzman profesör” ler ve dünyada ciddi etkisi olan “fikir ve düşünce” kuruluşları dünya nüfusunun fazla ve en azından yarıya düşmesi gerektiğini savunuyor. Davos zirvesinde bile neredeyse bunu sunacaklardı. Sadece ima etmek ile yetindiler. Özellikle küresel ısınma ile mücadelenin temel unsurunun nüfusu yarıya indirmek olduğu gizli ve bazen açıkça dünyanın etkili isim ve kuruluşlarınca planlanıyor ve konuşuluyor. Günümüzde yaşadıklarımızı belkide birazda bu açıdan değerlendirmek gerekebilir. Burada bahsettiklerim kesinlikle komplo teorisi değil, biraz araştırırsanız sizlerde dünyanın önde gelen kuruluş ve isimlerinin bu konudaki görüşlerini bulabilirsiniz.

Burada bahsettiklerim uluslararası strateji kurumları ve devletler tarafından göz önünde bulunduruluyor buna göre aksiyon almaları gerekliliği ortada. Türkiye’nin de burada bahsettiğim ve daha bahsetmediğim ve bilmediğim bir çok gündem ile ilgili aksiyon alması gerekliliği elzem. Yoksa bizler vatandaşlar olarak önümüzdeki süreçte çok büyük zorluklar çekeriz. Bu kanlı bir oyun ve bu oyunda Türkiye kaç hamle ileriyi görebilir ve ne kadar çok alternatif plan üretebilirse şansı o kadar fazla olacaktır.

Başlıkta belirttiğin “Suriye’de ne işimiz var” noktasına ise ancak gelebiliyorum. Aslında öncesinde bahsedilmesi gereken daha birçok konu var fakat çok kaba bir özet ile olabildiğince kısa bir yazı yazmak istedim. Farkındayım bu da uzun oldu.

Vatan evlatlarımız Suriye’de Türkiye için şehit oluyorlar. Ailelerinin yaşadıkları acının tarifinin mümkün olmadığı aşikâr ancak eğer bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bu vatan evlatlarımızın orada bir kişinin hırsı için ve ya boş yere şehit edildikleri gibi bir düşünce ve ya algıda olursak eğer hem o kahraman askerlerimize hem de kendimize büyük acımasızlık etmiş oluruz. Hiç birisi boşuna şehit olmamıştır ve bu vatan uğruna savaşanların hiç birisi boşuna savaşmamaktadır. Her şeyden önce bu konuda hemfikir olabilmek en büyük hedef olmalı. Eğer siz bu konuda hem fikir olamıyorsanız, olayı daha detaylı ve çeşitli kaynaklardan araştırmanızı tavsiye ederim. Zira sizinde vatan sevginizden şüphem yok.

Gelelim Türkiye neden Suriye’de konusuna. Bir kere herkesin bildiği bir mülteci krizi durumu var. Suriye rejimi en basit anlatım ile İdlib’de yaşayan insanların büyük çoğunluğu kendisine muhalif olduğu için onları istemiyor. Bu bütün Suriye için geçerli. Suriye topraklarında kendine muhalif hiç kimseyi istemiyor ve çoluk çocuk gözetmeden gitsinlerde nasıl giderlerse gitsinler mantığı ile hareket ediyor. Bu bağlamda muhalifleri gönderip yerine daha az muhalif olan veya Suriye rejimini destekleyeceklerini düşündüğü grupların yerleşmesine ses çıkarmıyor. Hiç kimseyi yerleştirmese de boş kalsın istiyor. Peki birileri yerleştirildiğinde bunlar kimler oluyor? Bugüne kadar gördüğümüz ABD tarafından da desteklenen PYD/YPG güçleri oluyor. Bunlarda bizim Türkiye’de yıllardır uğraştığımız PKK nın uzantıları. Temel hedeflerinin Türkiye’den de belirli bölgeleri almak kendi devletlerini kurmak isteyen teröristler olduğunu bilmeyenimiz yok herhalde.

Diyelim ki Suriye oraya PYD/PKK’yı yerleştirmeyecek. Kendi unsurları gelecek. Peki o zaman orada yaşayan 4 milyon insan ne olacak? En yakın sınır komuşusu olan Türkiye kapılarına yığılmayacak mı? Kapına dayanmış 4 milyon kadın, çocuk, genç insanı orada bir insanlık dramına sürükleyip aç susuz mu bırakacağız? İçeri alsak o kadar insanı nasıl besleyeceğiz? Bu Türkiye içinde ciddi bir maddi manevi infial yaratmaz mı?

Rusya ile aylardır yapılan görüşmeler sonuç vermiyor ve rejim ısrarla o bölgeleri bombalamaya insanları göçe zorunlu bırakıyor. Peki orada Rusya’nın ne çıkarı var da Türkiye ile kötü olmayı göze alıyor? Burada devreye ek bir konu olarak Libya giriyor. Rusya her ne kadar Libya’da yokmuş gibi görünse de Hafter’in oğlu Saddam ile içli dışlı ve onu destekliyor, silah gönderiyor. Hafterin oğlu Saddam ise meşru hükümet olan ulusal mutabakat hükümetini destekleyen Türkiye düşmanı. Yani orada dengeler karışık. Ayrı bir kitap çıkar.

Peki rejim oraya PYD/YPG unsurlarına ortamı bırakırsa ne olacak? Bu durumda hem mülteci hem de teröristler ile baş başa kalacağız.

Ayrıca eğer İdlib rejim ve ya PYD/YPG iline geçer ise şu anda zeytin dalı, barış pınarı gibi harekatlar ile elde ettiğimiz kazanımlarda büyük riske girecek ve cesaretini toplayanlar oraya tekrar ve daha destekli sert taarruzlarda bulunacaklar.
Poliyanna olup desek ki hiç girmeseydik Suriye’ye hiç bulaşmasaydık ne olurdu? O zaman Türkiye’nin güneyinde Hatay sınırına kadar ve onun altından Akdeniz’e açılan bir PKK devleti kurulurdu. Bu devlet uluslararası güçler tarafından da destekleneceği için ağır silahlanıp eğitilerek Türkiye’nin karşısına ciddi bir askeri güç olarak çıkardı ve Hatay’dan başlamak üzere Diyarbakır’a kadar bizden toprak talep edip bunun için savaşacaktı. Bu en basit tarih ve siyasi analiz bilgisi ile yapılabilecek, en muhalif stratejistlerin bile kabul edeceği bir senaryodur.

Özetle İdlib’de ne işimiz var demek ile Türkiye parçalansın bölünsün ama biz savaşa girmeyelim huzurumuz bölünmesin demek aynı şeydir. Bunu söyleyenlerde olabilir. Bunun daha doğru bir strateji olacağını belirtenlerde olabilir, fakat bunların sonucunda rahat edeceğimizi düşünmek yine aşırı iyimserlik olur.

Bugüne kadar farklı önlemler alınsaydı bu noktaya hiç gelinmezdik denebilir, geçmişe yönelik bir sürü farklı strateji geliştirilebilir fakat o stratejilerin sonuçlarından da emin olamazsınız. Yani o analizlerinde doğru çalışacağının garantisi yok.

Bu millet kurtuluş savaşı gördü, o dönemde Yunan’ı destekleyenler az mıydı, bunlara bu gün vatan haini diyoruz ama Allah muhafaza ya Mustafa Kemal Paşa başarılı olamasaydı ve o binlerce şehide rağmen yine yenilseydik ve Yunan savaş kazanımı olarak Serv’in de ötesine gitseydi ne olacaktı? Kime vatan haini diyecektik? Peki milli mücadele’ye destek verenlere vatan haini diyebilecek kadar insanımız kalacak mıydı? Asimilasyon ve soykırımın dik alasını görecek olacağımız sizce aşikâr değil miydi? Kurtuluş ve direnme varoluş ile ilgilidir. Ya var olup onuru ile yaşamak ya da onuru ile yok olup gitmek. Bence insana yakışan budur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bottom Ad [Post Page]