Sayfa Reklamları

Bilinen insanlık tarihi boyunca din ve felsefenin temel meselelerinden biridir kader. Çok
değişik kader anlayışları var, sebebi ise insanların hayat gayelerinin çeşitliliği. Bir yaratıcı arandığında ve inanıldığında yaratıcının her şeyi bilmesi gerektiğine inanılmış. Neticede kutsal ve her şeyi yaratan en yüce varlık.
Bilim araştırmalarını derinleştirdikçe otonom sistem açığa çıksa da, yaratıcı ile işi olmayanların şu anda kader ile bir bağı yok, ama olmayacağı manasına gelmez. Kader’in temel manası ise Allahın ezelden ebede her şeyi bilmesi ve planlamış olmasıdır.
Yaptığım incelemeler neticesinde kader anlayışını üç temel başlık altında incelemeye karar verdim. Tabi bu anlayışlar üçten daha çeşitlidir, bu yazı biraz da “bana göre”.  İncelemelerin hepsi İslam temelli olacak. Yazının İslam temelli olması, inanmayanları ilgilendirmez gibi bir durum yok, devam ederseniz anlayacaksınız. Diğer dinlerin kader anlayışları da bu üç başlık altında kendine yer bulabilir, ancak araştırmalarım diğer dinleri kapsamadığı için genelleme yapmak doğru olmaz.
Bahsedeceğim üç kader anlayışından birincisi; kader diye bir şey yoktur, dine sonradan eklenmiştir anlayışı. İkincisi, kader vardır ancak benimde kendi kararlarım vardır anlayışı. Üçüncüsü ise kendi hükmünü yok sayan ve tek iradenin Allah’ın olduğunu söyleyen tam teslimiyetçi anlayış.

Kader dine sonradan eklenmiştir görüşü: İslam dinine gönül vermiş bir zümre kader anlayışının Amentü’ye sonradan eklendiğini düşünür, araştırmaları ile de bunu destekleyerek inanırlar. Kuran’da hiçbir ayette kadere iman ile ilgili bir ayet olmadığını söylerler. İman ile ilgili ayetlerde bahsedildiği gibi kader geçmese de Kuran’da birçok yerde kader geçer. Bu kaderin ise “kadar” manası ile ölçü olduğundan bahsederler ki Kuranda bir çok yerde ölçü manası ile de kullanılır gerçekten. Yani kaderi Allahın ölçülü oluşu manası ile ele alırlar. İnsanın kendi hükmünün olduğunu kendi elleri ile cenneti ve ya cehennemi kazanacağından bahsedip, imtihan eden Allah var ise sorumlu bir de kul olmalı, kader sorumluluğu kaldırır o yüzden yoktur derler. Buna örnek ayetler (ayet örnekleri Ahmed Hulusi Kuran Çözümü’ndendir):
Nisa-136-) Ya eyyühelleziyne amenû Aminu Billâhi ve RasûliHİ vel Kitabilleziy nezzele alâ Rasûli-
Hİ vel Kitabilleziy enzele min kabl* ve men yekfür Billâhi ve MelaiketiHİ ve KütübiHİ ve
RusuliHİ vel yevmil ahıri fekad dalle dalâlen be’ıyda;
Ey iman edenler, “B” harfinin işaret ettiği anlam ile iman edin Allâh’a, O’nun Rasûlüne,
Rasûlüne inzâl ettiği (El Esmâ mertebesinden bilincine) gibi daha öncekilere de inzâl etmiş
olduğu hakikat bilgisine... Kim Esmâ’sıyla her şeyi yaratmış olan Allâh’a, O’nun melâikesine
(Esmâ’nın işaret ettiği mânâların açığa çıkan kuvvelerine), O’nun Kitaplarına (inzâl etmiş
olduğu hakikat bilgisine), O’nun Rasûllerine ve gelecekteki sonsuz yaşam sürecine kâfirlik
ederse (inkâr ederse), gerçekten çok uzak bir inanç bozukluğuna sapmıştır.
285-) Âmener Rasûlü Bi mâ ünzile ileyhi min Rabbihî vel mu’minûn* küllün âmene Billâhi ve
MelâiketiHİ ve KütübiHİ ve RusuliHİ, lâ nuferriku beyne ehadin min RusuliHİ, ve kalû semi-
’nâ ve eta’nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileyKEl masıyr;
Er Rasûl (Hz.Muhammed a.s.) Rabbinden (varlığını oluşturan Allâh Esmâ’sı bileşiminden)
kendisine (şuuruna) inzâl olana (boyutsal bir geçiş yapan bilgiye) iman etmiştir. İman edenler
de! Hepsi iman etti (“B” harfinin işaret ettiği anlam doğrultusunda) nefslerini oluşturan
hakikatlerinin Allâh Esmâ’sı olduğuna, meleklerine (nefslerinin aslı olan Esmâ kuvvelerine),
Kitaplarına (inzâl olan bilgilerine), Rasûllerine... O’nun Rasûlleri arasında (irsâl olmaları
konusunda) hiçbir ayırım yapmayız... “Algıladık ve itaat ettik, mağfiretini isteriz Rabbimiz;
dönüşümüz sanadır” dediler.
BAKARA 177-) Leysel birra en tüvellû vucûheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men âme-
ne Billâhi vel yevmil âhıri vel Melâiketi vel Kitâbi ven Nebiyyiyn* ve âtelmale alâ hubbihî zevil
kurbâ vel yetâmâ vel mesakiyne vebnes sebiyli ves sâiliyne ve fiyrrikab* ve ekamesSalâte ve
atezZekâte vel mûfûne Bi ahdihim izâ ahedû* vas Sabiriyne fiyl be’sâi ved darrâi ve hıynel
be’s* ülâikelleziyne sadeku* ve ülâike hümül müttekun;
Vechlerinizi (yüzünüzü veya şuurunuzu) doğuya veya batıya (varlığın hakikati veya sistem
bilgisine) çevirmeniz BİRR (işin hakikatini yaşamak) değildir. Asıl BİRR, “B” işareti
anlamıyla Allâh’a iman edip, gelecekte yaşanacak sürece, melâikeye (algılanıp fark edilemeyen
varlığın hakikati olan Allâh Esmâ’sının kuvvelerine), Kitaba (varlığın hakikati ve Sünnetullâh’a),
Nebilere iman eden; Allâh sevgisiyle malı, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yolda
kalmışlara (yuvasından - vatanından ayrı düşmüş), yardım isteyenlere, kölelikten kurtarmaya
veren; salâtı ikame eden (Allâh’a yönelişinin bilfiil hakkını veren); zekâtını veren
(Allâh’ın bağışladığından bir kısmını karşılıksız paylaşan); söz verdiğinde sözünde duran;
sıkıntı, hastalık ve şiddete maruz kaldığında buna dayanandır. İşte bunlar sadıklar ve
korunanlardır.
Bu ayetlere baktığınızda hadislerden gelen Amentü ile arasında kader noktasında bir fark olduğunu görüyoruz ancak, Kuran’da bir çok yerde Allahın her şeye kadir olduğu ve bildiği de vurgulanmaktadır. Dolayısı ile bildiğimiz Amentü hadisi Kuran ile ters düşmez. Dolayısı ile ben sahihliğine inanıyorum ve bu “kader yoktur” diyenlerin görüşlerine katılmıyorum.
Zaten bu mantıkla yaklaşırsanız bu ayetlerin sonunda kelime-i şahadet’te yok, sonradan ekleme diyeceksiniz? Tabii ki bir müslümanın böyle bir şeyi söylemesi mümkün olamaz.
Ayetlerde kadere iman’ın vurgulanmamasındaki bir maksat da insanın kaderi yanlış değerlendirmesinin önüne geçilmesi olabilir. Eğer imtihan, sorumluluk sebepleri ile anlatılmadan kadere iman ortaya çıkarsa “o zaman amel etmeyelim mi” sorusunun hayat tarzımız olma riski vardır ve bu bir bataklıktır. Tam teslimiyet olacak ancak “BEN” varken tam teslim olursanız eğer yangınınızı körüklemiş olursunuz ve uygulanabilir bir sistemin dışına çıkmış olursunuz. Kadere tam teslimiyet için önce “BEN” in ortadan kalkması lazımdır. Zaten yukarıdaki anlayışında kaderi kabul edemeyişinin temel sebebi kendi varlıklarının olduğuna inanmalarıdır.
Diğer kader anlayışlarından bahsederken kaderi tasdikleyen ayetlere göz gezdireceğiz.
Kader vardır ancak benim de kendi kararlarım vardır diyenler: Kader ve irade arasında sağlam bir bağ vardır, kadere teslim olmuş inananlar kendi iradesini ortadan kaldırarak toplam iradeye teslim olur. Ancak bu düşünce noktasında insanların kafasında bazı soru işaretleri oluşur ki sahabe’nin kafasında bile bu sorular oluşmuştur. Gelin bir hadis ile ne demek istediğimize bir göz gezdirelim.
Hz. Ali (r.a.) şöyle anlatır:
Bakiu'l-Ğarkad mezarlığında bir cenazede idik. Allah (c.c.) Resulü (a.s.) yanımıza gelip oturdu, biz de etrafına oturduk. Beraberinde bir asa vardı. Allah (c.c.) Resulü başını eğdi. Elindeki asayla yeri çizmeye başladı. Sonra: Sizden hiç bir kimse ve yaratılmış hiç bir nefis yoktur ki, muhakkak Cennetteki ve Cehennemdeki yerini Allah (c.c.) yazmış olmasın. Ve herkesin bedbaht veya bahtiyar olduğu muhakkak yazılmıştır! buyurdu. Bunun üzerine bir kimse: Ey Allah (c.c.)'ın Resulü! Öyle ise bizler ameli terk edip yazımız üzere durmayalım mı? dedi. Allah (c.c.) Resulü: "Saadet ehlinden olan kimse saadet ehlinin ameline varacak, şekavet ehlinden olan ise şekavet ehlinin ameline varacaktır," buyurdu ve şunu ilâve etti: "Sizler amel edip çalışın. Çünkü herkese imkan verilmiştir. Saadet ehline, saadet ehlinin ameli müyesser olacaktır. Şekavet ehline de, şekavet ehlinin ameli kolay gelecektir." Sonra Allah (c.c.) Resulü şu ayetleri okudu: Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Ama kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve en güzeli yalan sayarsa biz de onu en güç olana hazırlarız.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4786
Benzer ikinci hadis :
4797 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve:
"Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?" buyurdular.
Cevaben:
"Hayır, ey Allah'ın Resûlü! bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek:
"Bu Rabbülâlemin'den (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimler de mevcuttur ve sonunda da icmal yapmıştır. Bunlara asla ne ilave yapılır, ne de onlardan eksiltmeye yer verilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır" buyurdular. Sonra sol elindekini göstererek:
"Bu da Rabbülâlemin'den bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. En sonda da icmâllerini yapmıştır. Bunlara asla ne ziyade yapılır, ne de eksiltmeye yer verilir!" buyurdular.
Ashabı sordu:
"Öyleyse ey Allah'ın Resûlü, niye amel ediliyor? Madem ki her şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden fariğ olunmuş (bir daha yapma gayreti de niye)?"
 

Resûlullah şu cevabı verdi:
"Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun, Zira, cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa olsun!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sonra elindeki kitapları atıp, elleriyle işaret ederek dedi ki:
"Rabbiniz kullardan artık fariğ oldu, birkısmı cennetlik, birkısmı da cehennemliktir."
Tirmizi, Kader 8, (2142).
Bu bölümde bahsedeceğimiz ve insanların takıldığı nokta hadislerde altı çizili ve kalın olan bölümler. Madem her şey biliniyor o zaman biz neden amel ediyoruz?
İnançlı insanlar kader, irade ve imtihan arasındaki bağı ancak, kendilerinin bir hükmü ve ameli olursa kurabilmişler. Yoksa hayatın manası ve bu güne kadar inandıkları bütün değerler derdest olur. Sen yoksun senin iraden yok demek karşı tarafa nerdeyse küfür gibi geliyor.
Şahsi gözlemlerim doğrultusunda etrafımdaki Müslümanların çoğunluğu kendi iradesinin olduğuna ve kararları kendisi verdiğine inanır. Bunu söyleyen arkadaşlarıma Allah’ın her şeyi bilip bilmediğini sorarım, onlarda bana kesinlikle bildiğini söylerler. Hal böyle iken her şeyi bildiğini söylediğin Allah’ın senin amelini bilmeme ihtimali var mı? Yok, tabi bilir diyorlar, o zaman senin hükmün ve amelin bu açıklamanın neresinde kalıyor. Eğer Allah her şeyi biliyorsa (bilir) sen neyi tercih ettin?
Evrendeki milyonlarca galakside doğduğun galaksiyi sen mi seçtin? Bu galaksinin içindeki milyonlarca sistem arasındaki güneş sisteminde doğmayı sen mi seçtin? Güneş sistemi içindeki dünya adlı gezegende doğmayı sen mi seçtin? Dünya üzerindeki ülkeler arasında Türkiye de doğmayı sen mi seçtin? İstanbul da doğmayı? Anne Babanı sen mi seçtin? Bu soruların hepsinin cevabı “HAYIR” peki senin hayatına yön veren en kritik meseleler hakkında bir tercih hakkın yok iken, dünyaya geldikten sonraki diğer büyük tesirlere göre çok küçük olan tesirleri “ben” yapıyorum demek abes değimlidir?
Bu meseleyi konuşurken şu resmi çizen arkadaşlarım da oldu, Allah tabi her şeyi bilir ancak önümüze bir yol çıktığında biz iki yoldan hangisini seçeceğimize karar veririz. Allah kader kapsamında her şeyi ezelden takdir eden olduğu için bizim hangi yolu seçeceğimizi bilir. Yani aslında bir Allah birde ben varım diyor. Benim tercihime Allah hakim ama ben tercih ediyorum ve sorumluğu benim bakış açısı. Sen varsan eğer zaten sorumlu “SEN” olursun ve sorumlusu “SEN” olduğun her şeyden hesaba çekilir ızdırabını yaşarsın.
Böyle düşünen arkadaşlarıma da katılmamakla birlikte inandığım ve iman ettiğim kader anlayışının izahatını kendi potansiyelimizce açıklamaya geçelim.
Kendi hükmünü yok sayan ve tek iradenin Allah’ın olduğunu söyleyen tam teslimiyetçi anlayış:
Yukarıda incelediğimiz hadisleri birkaç ayet ile tasdikliyelim.
Her şeyi Allah’ın bildiğine işaret eden birkaç ayet, sonrasında zaten başka türlüsünün abes olduğunu anlatmaya çalışacağız:
YUNUS 49-) Kul lâ emlikü linefsiy darren ve lâ nef’an illâ ma şaAllâh* likülli ümmetin ecel* izâ cae
ecelühüm fela yeste’hırune saaten ve lâ yestakdimun;
De ki: “Nefsim için Allâh’ın dilediği haricinde bir zarar ve bir faydaya malîk değilim... Her
ümmetin bir ömrü vardır... Yaşam süreleri tamam olduğunda, ne bir saat geri kalırlar ve
ne de ileri giderler.”
KAMER 52-) Ve küllü şey’in fealuhu fiyz zubur;
İşledikleri her şeyin bilgisi zeburlardadır (hikmet dolu bilgi metinlerinde).
53-) Ve küllü sağıyrin ve kebiyrin mustetar;
Küçük - büyük hepsi satır satırdır!
Aşağıda “BEN” liği aradan çıkarmış insanların hükmünün olmadığını ve olamayacağına işaret eden bir ayet göreceğiz:
ENFAL 17-) Felem taktüluhüm ve lakinnAllâhe katelehüm ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnAllâhe
rema* ve liyübliyel mu’miniyne minhü belaen hasena* innAllâhe Semiy’un Aliym;
Siz öldürmediniz onları, öldüren Allâh’tı! (Oku) attığında sen atmadın, atan Allâh’tı! İman
edenlere, kendinden (rahmetinden) güzel bir tecrübe yaşatmak için! Muhakkak ki Allâh
Semi’dir, Aliym’dir.
İçinde direk “Kader” kelimesi geçen birkaç ayet, tabi kader kelimsinin Kuran’da ölçü manası ile de vardır. Zaten ölçü de hesabın net bilinmesine işarettir.
MÜRSELAT 22-) İla kaderin ma’lum;
Malûm bir kadere kadar!
KAMER 49-) İnna külle şey’in halaknâhu Bi kader;
Muhakkak ki biz her şeyi kaderiyle (yazılı - programlanmış) yarattık!
AHZAB 38-) Ma kâne alenNebiyi min harecin fiyma feradAllâhu leh* sünnetAllâhi fiylleziyne halev min
kabl* ve kâne emrullahi kaderen makdura;
Allâh’ın kendisine zorunlu kıldıklarında O Nebi’ye sorumluluk yoktur! Bu, önceden geçmişler
içinde de Sünnetullâh’tır... Allâh’ın hükmü, planlanmış (yerine gelmesi kesin) bir kaderdir!
RA’D 17-) Enzele minesSemai maen fesalet evdiyetün Bi kaderiha fahtemelesseylü zebeden rabiya*
ve mimma yukıdune aleyhi fiynnaribtiğae hılyetin ev metaın zebedün mislüh* kezâlike yadribullâhul
Hakka vel bâtıl* feemmezzebedü feyezhebü cüfâa* ve emma ma yenfeun Nase feyemküsü
fiyl Ard* kezâlike yadribullâhul emsâl;
Semâdan bir su (Esmâ özellikleri) inzâl etti de vadiler (Esmâ bileşimi olan birimsel yapılar)
kendi Bi-kaderlerince (terkibiyetlerindeki kuvvelerin miktarlarınca) sel olup (düşünsel yaşamları)
aktı... O sel, üste çıkan köpüğü (maddesel hayatı) yüklenmiş taşır... Bir süs veya bir
zinet arzulayarak ateşte yakıp erittiklerinden olan da bunun misli bir köpüktür. Köpük
gereksiz fazlalık olarak atılır gider; işte Allâh, Hak ile bâtılı böylece misallendirir... Fakat
insanlara faydalı olan şeye gelince, (işte o) arzda kalır... İşte Allâh, böyle misalleri verir.
TAHA 40-) İz temşiy uhtüke fetekulu hel edüllüküm alâ men yekfüluh* fereca’nake ila ümmike key
tekarre aynüha ve lâ tahzen* ve katelte nefsen fenecceynake minel ğammi ve fetennake fütuna;
felebiste siniyne fiy ehli medyene sümme ci’te alâ kaderin ya Musa;
“Hani kız kardeşin yürüyor (Firavun ailesine gidip) ve diyordu ki: ‘Onu kabullenip yetiştirecek
kimseyi size göstereyim mi?’... Böylece seni annene geri döndürdük gözü aydın olsun
ve hüzünlenmesin diye... (Hem) sen bir kişiyi öldürdün de biz seni o dertten kurtardık...
Seni denemeden denemeye uğrattık da... (Hani) Ehl-i Medyen içinde (Şuayb a.s.’ın yanında)
senelerce kaldın... Sonra da kaderin üzere buraya geldin yâ Musa!”
İnsanı insan yapan “neden varım” sorgusunu yapabilme ve bu sorunun cevabına erebilme potansiyelidir. Allah ve Resulü en güzel şekilde bu soruların cevabını yaşamımıza vesile olacak açılımları önümüze sunmuştur.
Neden varım ve ben neyim gibi soruları sormaya başladığınız zaman, bir yaratılış çerçevesi çizmeye çalışırsınız. Yaratılış size mantıklı geldikçe bir yaratıcı aramak tabii abes olmaz. Yaratıcının mükemmel olması gerektiğini çünkü daracık algı araçlarımızla dahi görsek, etrafın mükemmelliği şaşırtıcıdır. Mükemmel olan yaratıcının etrafınızdaki “size göre” kötü olan işleri (bebek ölümleri, acımasız katiller, aslanın ceylanı parçalaması gibi…) yapması size abes gelir ve böyle acımasız bir yaratıcıyı kabul etmiyorum diyebilirsiniz. Bu doğrultuda işinize gelene göre birçok tanrı ve inanç oluşturmak mümkün oluyor. Bir yaratıcı ve birde yaratılan mantığı ile baktığınız çerçevede din size her zaman problemli görünebilir (sorgulayan beyinler için). Bu şartlarda ortaya çıkan o mükemmel terkip, Allah’ın Resulü size gerçekleri tüm yüzleri ile anlatıyor. Ama biz o derin “BEN” virüs’ünden kurtulamadığımız için hala kafamızdaki o ikili, üçlü, çoklu anlayışı bu mükemmel din ile bütünleştirmeye çalışıyoruz.
Resul Ekrem Kabe’nin içindeki putları kırarken, fiziksel amelin yanında bize kafanızdaki putları da böylece kırın demek istiyor.
Yaratan kabul ettikten sonra; yaratan bir varlığın yaratılanın halinden haberdar olmaması abestir. Haberi var ise benim imtihanım ve cezam nerde diyecek olursanız, önceki satırlardaki açıklamaya çalıştığım noktaya geri dönmemiz gerekir.
Ben virüsünden arınmaya çalışmak, imtihanımız.
Ben virüsünden ileri gelen hareketlerimiz cehennem cezalarımız.
Ben virüsü kalkınca ortaya çıkan amellerimiz ise, cennet ceza(karşılık)’larımızdır.
Amentü meselesi ile ilgili çok güzel açılımlar için : http://tumkitaplar.org/find/default.asp?KA=0&Sub=1&chk_BKD=&chk_TMK=&chk_HPI=0&txtFind=&cmb_Kitaplar=0&SubID=10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bottom Ad [Post Page]