Ölümün felsefesi çok iddialı bir kavram tabii, üzerine bunun gibi kısa bir yazı da yazılabilecek iken ciltlerce hatta kütüphaneler dolduracak kadar da yazılabilir. Aslında adı ölümün felsefesi olmasa da yaşam felsefesi üzerine yazılmış kitapların birçoğu da ölüm ile ilintilidir. Ölümün mutlak yokluk olması ihtimalinin insan üzerinde oluşturduğu ürkünç etki; beynimizi savunma mekanizması olarak ölümü sürekli düşünmekten men eder. Zaten sürekli mutlak yokluk korkusu ile yaşanmaz. Bunun bir yan etkisi olarak ise eski çağlardan günümüze kadar bütün felsefe ve dini inançlar ölümü kendi inançlarına göre daha pozitif bir olguya dönüştürmeye çalışır. Ölüm ’den kaçmak isteyen insanların ekseriyeti için bu çok güzel bir aydınlık çıkış kapısıdır. Ölüm ’ün mutlak yokluk olduğundan ziyade bir kurtuluş olduğu hikayesi kesinlikle daha inanılır ve kabul edilir bir durumdur.
Ölüm her ne kadar korkutucu ve karanlık gibi görünse de bu yazı içerisinde çok aydınlık ve mutlu olacağınız bölümler de olacağını sizlere başta ifade edebilirim.
Yazmak aslında benim için bir düşünce-tefekkür eylemi. Yazının maksadı bu konu üzerine arada bir aklıma gelen düşünceleri hatırlamaya çalışarak not olarak bloğumda tutmak istemek maksatlıdır. Ayrıca bu yazı özgür bir anın eseri olduğu için kendi inançlarımın ve dini görüşlerimin dahi dışındadır. Sürekli yaşadığınız evin dışına hiç çıkmadıysanız ve yıllarca o evde kapalı kaldı iseniz dışarısı çok korkutucu ve çıkılmaması gereken bir yer gibi düşünülebilir. Halbuki dışarıda neler olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi? Korkutucu birçok şey ile birlikte uçsuz bucaksız huzur ve doğa da yine dışarıdadır. Yani bu yazıyı okumak veya yazmak inançları yok etmez veya inançları yok etmek/yeni inanç var etmek ile ilgili değildir. Sadece düşünmek ile ilgilidir. Şu dinde veya bu inançta olan bir insan bunları yazamaz tabiatına ters gibi bir düşünce yapısı benim bünyemde mevcut değildir. Herkes her şeyi düşünebilir ve bu onları bir kalıba sokmaz. Düşünmek algıma yönelik birçok konuda aydınlanmama vesile olduğu için her konu üzerine kafa yormak ve düşünmekten beri durmam. Aslında buna birçoklarının iyi bildiği dini referanslar vererek daha yüksek referanslı bir yazı haline getirebilirim ancak bu yazıda “dış kaynak” etkisi istemiyorum. Yalın, benim veri tabanımdan gelen ve benim işlemcimin yorumladığı çıktıları bu yazıcı size yazmak istiyor.
Ölüm ’ün mutlak bir hiçlik olduğunu kabul edip kenara oturmak zor mu? Bunu hiç denediniz mi? Tabii neden deneyesiniz ki, denememiş olmanızın ise 3 temel sebebi var. Birincisi böyle bir düşünceye gark olmak için bir sebebiniz olmaması ve düşünmenin aklınıza gelmemiş olması. İkincisi dahil olduğunuz toplum, kültür veya din ’in zaten buna hazır bir cevabı olması ve buna inanmanız. Sonuncusu ise bu düşünceyi düşünmeyi deneyip korkutuculuğunun düşünmeyi engellemesi. Peki, düşmemiş veya düşünmek istememiş isek bu kötü mü, bu yazı çok mu gerekli? Değil. Yani bugüne kadar ben neden bunu düşünmedim diye kendinizi hırpalamayın. Çok normal.
Birçokları “Game Of Thrones” dizisini
izlemiştir. İzlemeyenler için ağır spoiler içerir bu paragrafı direk atlasın
lütfen. Orada dizinin hayranlarının bir kısmını isyan ettiren bir ölümden
diriliş meselesi var. İsyan etme sebepleri ise bayağı bir senaryo kurtarma ve
kolay çıkış yolu olması. Hatırlarsınız Jon Snow ölmüştü ve sonra bir şekilde
tekrar “canlandırılmıştı” canlandıktan sonra dizinin meraklı karakterlerinden
bir tanesi “ölünce ne oldu, ne gördün” diye sormuştu. Jon Snow ne dese
beğenirsiniz “müker nekir geldi, başladılar sorguya, ben kan ter içinde, tartı
da kontrol ediyorlar cevapları, hangisi ağır basacak derken tam, hop bir baktım
tekrar dünyadayım”, tabii ki bu işin mübalağası. Jon Snow dedi ki “Hiçbir şey
olmadı, hiçbir şey yoktu!”. Peki düşünelim, eğer ölüm “Game Of Thrones” dizi
evreninde “mutlak yokluk” olsa idi Jon Snow’un cevabı böyle mi olurdu? Bence
böyle olmamalıydı. Yani eğer ölüm fişin çekilmesi 1 in 0’a dönmesi olsa idi Jon
Snow tekrar dünyaya geldiğinde ölüm ile ilgili “hiç” likde dahil olmak üzere
hiçbir şey hatırlamazdı. Çünkü kapalı, ne hatırlayabilir? Bir yerdeydim ama
hiçbir şey yoktu mutlak yokluk değildir. Jon Snow’un bu durumda uyandığında
nerede olduğunu şaşırması ve ölüm ile ilgili hiçbir şey hatırlamaması gerekirdi.
Yani öldüğü acı anından sonra birde uyandığı anda kendisini bulması gerekirdi.
Demek ki “Game Of Thrones” in ateist (inançsız, gavur manasında demiyorum,
tanrı bakış açısından uzak) bakış açısı ile yazılmış olan bu sahnesi dahi ölümün
0 olmadığı ile ilgili bir düşüncesi var. Şimdi buradaki ölümün yani Jon Snow’un
ölümünün aslında ne anlattığına bakalım. Yani Jon Snow’a bu soruyu soran
kişinin ne düşünmesi gerektiğine. Eğer ölüm böyle bir şey olsa idi; bu öldükten
sonra algının kapanmadığı, bir ruh ya da enerji beden kabulünün gerçek olduğunu
kanıtlardı. Öldükten sonrasında ise bir şey olmadığı, şuurlu ve algımız açık
olarak bir boşlukta kaldığımızı ifade eder idi. Bu 0 olmaktan çok daha korkunç
bence.
Dinlerin hepsinin özünde ölüm sonrasında iyilerin
güzel bir yere kötülerin ise kötü bir yere gideceği ile ilgili net bir
tanımlama var. Dinine göre “iyi” göreceli, yani o dinin ortaya çıkardığı
kurallara uymak ve anlattığı felsefeyi anlamak ve içselleştirmek genellikle
“iyi” manasına gelir. Aksi ise “kötü”. Bu aslında toplumlara ortak bir hikâye de
buluşarak aynı hedefe doğru hareket etmelerini kolaylaştıracak bir düzenleme
sistemi gibi. Tabii ki dinlere hikâye demiyorum, fakat felsefi olarak
değerlendirildiğinde dışarıdan bir gözlemcinin varabileceği görülen bir yargı
bu. Ayrıca dinler hikâye olsa ne olur? Yani sadece dinler değil, hayatımız,
varlığımız ailemiz, evrenimiz, sonsuzluk, aklınıza ne gelirse aslında bir hikâye
değil mi? Bizlerde bu hikâye içinde yaşayan kahramanlar olsak, kimi veya neyi
reddetmiş olabiliriz ki. Dinlerin birçoğu zaten bu hayatın hayal, yani bir
değişle hikâye olduğunu savunuyor, buna inanmayanların “cehennemlik” olacağını
söylüyor. Tek bir özün yansımaları olduğumuzu, aslında o “öz” ün rüyası ya da
bir başka değiş ile hikayesi olduğumuzu söyleyen din sayısı kaçtır? Birden çok
olduğu kesin, meraklısı araştırabilir.
Bununla bağlı olarak simülasyon teorileri şu
anda havada uçuşabilir ama konumuz simülasyon teorileri değil. Sadece simülasyon
teorilerinin ölüm ile ilintili olan bazı noktalarına değinmeye çalışacağım.
Konumuza dönelim. Yazının bundan sonraki
bölümünde olası diğer ölüm senaryolarını düşünmeye devam edeceğim. Düşünmeye
devam edeceğimden kasıt yeni bir olası ölüm senaryosu var etmeyeceğim tabii, birçoğu
başka felsefe veya dinler tarafından da temellendirilmiş olabilir. Kedi algıma
göre bir değerlendirme ve sıralama yapacağım.
İki tip olası ölüm senaryosunu Jon Snow
örneğinde görmüştük, olası tamamen yok oluş ve ruh olması fakat ölünce bir şey
olmaması, yani sonsuz karanlık.
Ölüm Ruh’un varlığına inanırsanız ya da
simülasyon teorileri üzerinden gider iseniz anlam ve felsefe kazanıyor, yoksa 0,
zaten yok. Hatıra yok ve buna bağlı acı da yok, hiçbir şey yok, kara delik
gibi. Ruh konusu ise bambaşka bir içerik, konuşulmasının yasak olarak
addedildiği durumlar bile var. Fakat belki ileride bu konuyu da yazma eylemi
ile düşünebilirim. Bundan sonrası Ruhun olduğu var sayılarak yazılacak zira
diğer türlü bu yazı ve ölüm felsefenin bir manası kalmaz. Son bölümde de
simülasyon teorileri ile olası ölümlere göz atacağız.
Ruh olması durumunda beden ise aslında bir
“koza” ya dönüşüyor. Bu koza iki türlü çalışabilir, birincisi daha önceden birçok
bilgiye sahip olan ve dışarıda bulunan bir ruhun bu beden ile eşleşerek bir
kıyafet gibi bedeni giymesi. Bu taze bir ruh ile eşleşme ya da reenkarnasyon
gibi bir şey olabilir. Bir diğeri ise ruhun koza tarafından belirli şartlar ile
oluşturulması ve olgunlaştırılması. İki tip ruhun da ölüm sonrası birbirinden
çok farklı olabilir. İşin içine ruh üzerinden bir ölüm tasviri girince aslında
yaratılış felsefesi de yapmak lazım. Bu bölümden sonra çok sığ biçimde
yaratılış ile ilgili bazı düşüncelerde girilecektir. Sıra ile üzerine
düşünelim.
Diyelim ki ruh vardı, yani önceden bir
şekilde yaratılmış ya da oluşmuştu. Bir şekilde doğan insan bedeni ile eşleşti.
Eşleştiği anda da önceki var oluş boyutu ile ilgili bilgileri hatırlanmaz hale
geldi ancak bu veri aslında hala var. Bu durumda ölünce şöyle bir şey olmasını
beklerim. Her nasıl ki ruh önceden bir yerde vardı ve bunun farkında idi tekrar
o hafızaya erişebilmesini ve kozadaki yani insan bedenindeki deneyimlerini de
üstüne katarak daha da tecrübeli hale gelmiş olmasını. Yani öldüğünüz anda
aslında bedensiz, çok daha özgür, gözlemlenen boyutun ve dalga frekansının
içinde serbestçe hareket etmeyi beklerim. Ayrıca bu deneyimleme konusu eğer ruh
için keyifli bir şey ise başka bir koza da buluşmasını, onu da deneyimlemesini
ve sonrasında tekrar ruh olarak bir süre serbestçe takılmasını beklerdim. Bu
durumda koza, yani beden boyutu bir eğlence olmaktan başka bir şey olmamalı.
Yani öl; vay be ne deneyimdi de, serbest ve sınırsız ortamında bir süre takıl arkadaşlarınla
görüş, sıkılınca tekrar yeni bir deneyim için bir kozaya geçiş yap, sonsuz bir
döngü. Bu görüşte dünyada yapılanların bir cezai yaptırımı da olmazdı. Yani ne
yaparsanız yapın hepsi bir deneyimden sayılır ve algı boyutu daha yüksek bir
ruh vasıtası ile ölünce değerlendirilir ve bu deneyimden keyif alınır. Yani
aslında mevcut ruh daha üst seviye bir varlık ve beden sınırları içerisinde
kısıtlı kaldığı için o üst boyutunu değerlendiremiyor ve baskılanıyor. Sadece
belirli başlı insan ve koza tiplerinde bulunan açıklar veya hatalar sebebi ile
bazıları o ruh özünü bir miktar fark ediyor. Filozof, peygamber ya da tarihe
yön veren bir lider olabiliyor. Bu durumda ruh ruh haline göre beden seçebilir.
Üçüncü senaryomuz da bu olsun.
Bir diğer olasılık da insan ve ruh’un yine
ayrı noktalarda yaratılmış olması fakat ruh’un boş ve her beden için sıfırdan
yeni bir ruh olarak yaratılması. Anne karnında oluşmakta olan beden ile ilgili
anne’nin kozmik bağlantısı ilgili ruh yaratan “yaratıcı” sisteme bir sinyal ve
tekil bir kod gönderebilir. Sonrasında bu ruh ilgili tekil kod ile yaratılarak
anne karnındaki beden, ruh taşımaya hazır olgunluğa ulaştığında bedene bir şekilde
transfer edilir. Bu durumda ruhun içeriği ve kapsamı bedenden gelen hissiyatlar
ve veri transferleri ile dolacak. Yani eğer ilgili koza sahibi pozitif düşünüp
sürekli pozitif enerji ile “iyilik” olarak değerlendirdiğimiz hareketler
sergiliyorsa ruh da bu bağlamda veri depolayacaktır. Tersi ise negatif, orta
karar ise karmaşık bir veri ile dolacaktır.
Peki böyle bir durumda ölüm sonrası başımıza
neler gelebilir. Öncelikle bu durum ölüm sonrasını anlamadan önce yaşarken
beynimiz nasıl çalışıyor onu anlamak dan geçiyor. Çünkü bu durumda ölmenin
yaşamdan da çok bir farkı olmayacaktır. Şu anda gözümüze veya herhangi bir
duygu organımıza gelen etkileşimi de beynimiz yorumlayarak ilgili duyu
organımıza hissetmesi gereken fiziksel etkiyi oluşturuyor. Örnek vermek gerekir
ise beynimizin içerisinde herhangi bir ışıklandırma olmamasına rağmen ve
aslında herhangi bir yerden ışık almamasına rağmen ışık gördüğümü de aydınlığı
algılayabiliyoruz. Bu dışarıdan gelen
verilerin beyinde yorumlanarak işlenmesinden kaynaklı. Doğduğumuz andan
itibaren öğrendiğimiz her şey veri tabanımızı oluşturuyor ve beyin hem bu
verilere hem de bulunduğumuz ortamın fizik kurallarının bir benzeri içerisinde
geliştiği için bu değerlendirmeleri yapabiliyor.
Bu değerlendirmeler ile aslında gözümüz
kapalı yani rüyada iken dahi bir şeyler görüp yaşayabiliyoruz. Bunların hepsi
beynimizin kendi veri tabanı ile yorumladığı ve oluşturduğu görüntüler. Bu durumda
ölüm gerçekleştiğinde ruh kendini beden dışında bir varlık olarak görmeyecek.
Yani fiziksel bedenin enerjisi kesilmesine rağmen ruh saf enerji olarak
kalacağı için yok olmayacak ve sanki o bedendeymiş hissini sürdürmeye devam
edecek. Duyacak görecek, toprak altını hissedecek ve belki de acı çekecek.
Aslında en zor ölüm tiplerinden birisi bu. Eğer durum bu ise ruhu hayatta iken
ölüme hazırlamak ve bu beden bağından kurtarmak gerekiyor. Yoksa uzun süreler
toprak altında karanlıkta kalabilir. Bir çok din de değinilen kabir azabı gibi durumlar
da buna çok benziyor. Peki eğer böyle ise ruh ölüm sonrasında nasıl özgürleştirilecek.
Bilimsel bir bulgu yok, bunun böyle olduğunun da bir kanıtı yok. Dinlere göre
ise bu kopuş için bir çok formül var ve dini kitaplarda anlatılmış. Buda dördüncü
tip ölüm olsun.
Simülasyon teorisi ölümlerine geçmeden önce
ise son bir ruh bağlantılı ölüm tipinden bahsetmek istiyorum. Bir önceki ölüm
tipine benzer fakat bunda ruh dışarıdan gelmesin de beyin ruhu kendisi
oluştursun. Yani cenin anne karnında belirli bir olgunluğa yetiştiğinde
otomatik olarak beyin kendi ruhunu üretsin. Bir şekilde kendi ruhunu kendisi “üflesin”. Bu durumda da aslında dördüncü tip ölümde
bahsettiğimiz şey geçerli olur. Yeni ruh yine bizim algımız ile holografik
verisini dolduracak ve besleyecek. Eğer insan sadece beden olmadığını fark
eder, ruh’una ölüm sonrası için bağımsızlık verebilir ise ne ala, yoksa uzun
süre öldükten sonra dahi insan bedeni ile birlikte acı çekmesi işten bile
değil. Düşünsenize varlığınız o beden ile vuku bulmuş ve onsan ayrı bir durum
düşünemiyorsunuz. Nereye gidecek ki, dışarıdan zorlayıcı bir etki olmadığı
sürece bedenden ayrılmak aklına bile gelmeyecek. Algınız açık ölü bir beden
ile. Peki bu durumun kurtluşu nedir? Temel olarak beden’in bir araç olduğunu ve
aslın ruh ile yaşanacak özgürlük olduğu fikrini ruh’a deklare etmek, dünyevi bağlardan
uzaklaşmak. Bilimsel bir açıklaması da olmadığı için belki de size en mantıklı
açıklamaları sunan din ve onun yol göstericisinin dediklerini yapmak. Buda
beşinci tip ölüm olsun.
Şimdi gelelim olası simülasyon teorisi ölümlerine.
Öncelikle çok kısa simülasyon teorisi nedir ondan bahsedelim. Sonsuz
addediğimiz evren de mutlaka bizden gelişmiş varlıklar olmalı ve mutlaka
belirli bir teknolojiden sonra yaşadığımız gerçeğe çok yakın sanal evrenler
oluşturma kabiliyetine gelebilmelerine dayanıyor. Bunu yapan gelişmiş, yüzyıllar
sonrasının günümüz insanları da olabilir. Belki de maziyi yad etmek geçmişi izleyebilmek
için bizim bulunduğumuz simülasyon evreni yapmış olabilirler. Konu çok teferruatlı.
Bununla ilgili birçok güzel içerik var, çeşitli simülasyon teorilerini onlardan
okuyarak değerlendirebilirsiniz. Ancak şunu biliniz ki bilim de aslında bizim
bir simülasyon olduğumuz gerçeğine çok yakın, kanıtlama ihtimalleri bile söz
konusu. Görecelik teoremi ve deneyleri, baktığımız yerin aslında beynimiz
tarafından oluşturulduğu ilgili bulgulara sahip. Her an kanıtlanıp kabul
edilebilir.
Diyelim ki bir simülasyonun parçasıyız. Bu simülasyon
Matrix benzeri robotlar tarafından oluşturulmuş bir simülasyon olur ise öldüğümüzde
bam başka bir gerçeklik ile karşılaşabiliriz. Yani gerçek beynimiz var ama
bulunduğu ortam da değil de dış bir kaynak tarafından oluşturulmuş sanal bir
evren de yaşıyor. Bu durumun ölümü gerçeğe uyanış olur. Bu gerçeğin iyi veya
kötü olması da bilinemez ve bu dünyada yaptıklarımızın da aslında o gerçeğe bir
etkisi yok demek olur. Bu tip simülasyon tiplerine “kavanozdaki beyin” deniyor.
Çok olası bir senaryo olarak düşünülmüyor.
Bir diğer simülasyon teorisi ise tamamen başka bir uygarlık tarafından sanal olarak kendi evrensel kuralları olan milyonlarca yıllık bir tasarımda olduğumuz. Evrim dahil bütün kuralların önceden belirlendiği bir simülasyondan bahsediyoruz. Bu simülasyon gelecekteki insanlar, başka bir uygarlık ya da başka bir simülasyon içerisindeki başka bir uygarlık tarafından simülasyon içerisinde simülasyon olarak tasarlanmış olabilir. Evren içre evrenler, paralel evrenler gibi kavramların da bu simülasyon teoremi ile eşleştirmek mümkün. Bu tip bir simülasyonda ölmek çok çeşitli olabilir. Bu simülasyon bizim yukarıda bahsettiğimiz ruhu olan bir tasarım ile düzenlendi ise ruhlu ölüm hissiyatının hepsi burada gerçekleşebilir. Ya da ruhsuz bir tasarım var ise kod kendini siler ve tamamen yokluk gerçekleşebilir. Simülasyon bir evrende ölmek yukarıda bahsettiğimiz senaryoların hepsini içerecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder